Fuat Oktay’dan AB’ye çağrı:”Türkiye geri adım atmayacak”

Fuat Oktay’dan AB’ye çağrı:”Türkiye geri adım atmayacak”

Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay, başta Doğu Akdeniz olmak üzere bölgesel ve uluslararası gelişmeler ile Türkiye’nin dış politika hamlelerine ilişkin AA’nın sorularını yanıtladı.

Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de kendi kıta sahanlığında, kendi ekonomik faaliyetlerini yürüttüğünü belirten Oktay’a yöneltilen sorular ve cevapları şu şekilde:

Türkiye orada (Doğu Akdeniz) bir araştırma yaparken başka hedefleriniz mi var, başka bir şey mi yapmak istiyorsunuz? Neden Avrupa bu kadar etkin bir şekilde tepki gösteriyor bize?

Ne yazık ki Avrupa’nın, Türkiye’nin lehine olan, Türk insanının lehine olan, bizim çıkarlarımıza olan hiçbir konuda yanımızda olmayı bırakın tepki vermediğini pek hatırlamıyoruz. Yani böyle yıllarca alıştığı için tepeden bakmacı, kendisini böyle uluslararası mahkemeler gibi görüp, kimin haklı kimin haksız olduğuna karar verebilecek bir mekanizma gibi, hakkı olmayan ve yeri olmayan bir konumda kendisini konumlandırması ve her şeye kendi açısından, kendi çıkarları açısından da yaklaştığı için sizin çıkarınıza, milletimizin çıkarına olacak her şey bir şekilde tepki vermeyle başlıyor. Avrupa Birliği kusura bakmasın uluslararası bir mahkeme değil, kimin haklı kimin haksız olacağını belirleyen bir mekanizma da değil. Biz de Avrupa Birliği’ni böyle görmüyoruz zaten. Avrupa Birliği; üyeleri olan, bölgesel bir birliktelik sağlayan, siyasi, ekonomik anlamda da birliktelik sağlayan, sağlamaya çalışan bir yapı. Son derece hantal bir yapı ve bazı üyelerinin Yunanistan gibi, açıkça da bunu ifade etmek lazım, şımarıklığına artık illallah diyen ama bir şey yapamayan bir yapı. Şimdi bugün Merkel’in basına yansıyan bir açıklaması var. “Biz üyeler olarak Yunanistan’ın…”

Yani sanki böyle yanında olmak değil de böyle dinlemek, bakmak “İyi ne yapalım zorundayız.” der gibi… Ama Cumhurbaşkanımız ile birebir görüştüğü hemen hemen her zaman da Cumhurbaşkanımız bütün açıklığıyla her şeyi ifade ediyor: Hangi konuda nasıl hareket ediyoruz, niye hareket ediyoruz, gerekçeleri nedir, Türkiye’nin duruşu nedir. Bu konularda aleyhte bir şey söyleyen birebir görüşmelerde hiçbir şey görmüyorsunuz ama çıkıp da kurumsal bir boyuta girdiğinizde karşınızda duvar gibi bir AB görüyorsunuz. Şimdi dolayısıyla Doğu Akdeniz’de nelerin olduğu konusuna biz bizim çıkarlarımız açısından bakıyoruz. Doğu Akdeniz’de bizim karasularımız vardır. Doğu Akdeniz’de kıta sahanlığımız vardır ve Doğu Akdeniz’de bizim şu anda Libya ile imzaladığımız münhasır ekonomik bölge anlaşmamız vardır. İleride görüşmek isteyen ülkelerle de oturup daha da artacak işbirlikleri ve anlaşmalar da olacaktır bu çerçevede. İki şey görüyoruz. Cumhurbaşkanımız bunu net ifade etti. 100 yıl önce Türkiye’ye çizilen bir harita vardı Sevr diye. Adına anlaşma bile demek istemiyorum çünkü anlaşmada iki taraf olur. Pervasızca bir milleti yok etmeye dönük ve pervasızca böyle leş kargaları gibi bir milletin üzerine çöken bir yapının, yüz yıl önceden bahsediyorum, oradan işte 30 Ağustos’u kutlayacağız yarın. Bir milletin kendi bağımsızlığını tekrar aldığı, kendi istiklalini tekrar kazandığı hem de elinde avucunda hiçbir şey olmadan, bir imparatorluğun külleri arasından yeniden doğduğu, bir istiklal mücadelesi sonrasında o haritayı yırtıp attığı dönemi. Şimdi 100 yıl sonrasına geliyoruz, bakıyorsunuz oyuncular hemen hemen aynı. Fazlası var eksiği yok, Almanya gibi…

İngiltere, Fransa var…

Evet, şimdi baktığınızda karada yırttığımız o haritayı şimdi denizlerde bize çizmeye çalışan bir yapı ve buna alet olan bir Avrupa Birliği. Bunun için yine bir araç olarak kullandıkları, alet olarak kullandıkları bir Yunanistan ve Rum Kesimi. Anlaşılıyor ki 100 yıl öncesinde de bunlar Türk milletini yeteri kadar tanımamışlar. Elimizde hiçbir şey olmadığı dönemde, bir atacak kurşunumuz olmadığı dönemde… Kadınımızla erkeğimizle gencimizle yaşlımızla çocuğumuzla bir tas çorbayı paylaşarak, bir ekmeği belki 50 kişi paylaşarak oradan yeniden küllerden doğduğumuz bir yerden… Çünkü bizim milletimizin bir özelliği var. Bizim milletimiz istiklal dediği zaman, bağımsızlığı dediği zaman, söz konusu bağımsızlık olduğu zaman, istiklali olduğu zaman, özgürlüğü olduğu zaman hiçbir şey dinlemez. Bedel ödemekmiş, şuymuş, buymuş umurunda bile olmaz. 15 Temmuz’da da gördük, bunu yeni gördük. Yani 100 yıl önceki ruhun hala canlı olduğunu 15 Temmuz’da da gördük. Çanakkale’deki ruhun bugün canlı olduğunu gördük. 1453’teki ruhun, 1071’deki ruhun canlı olduğunu daha dün Ahlat’ta, Malazgirt’te gördük. Dolayısıyla bugün denizlerde bize aynı haritayı çizmeye çalışıyorlar. 100 yıldır çizmeye çalışıyorlar bunu. Daha doğrusu şunu söylüyorlar, “Kardeşim ben sana zaten bu haritayı çizmiştim.” İyi de senin o haritayı çizdiğin zamanlardaki Türkiye yok artık. Lideriyle milletiyle sadece kendi yağıyla kavrulan da değil artık, onun ötesinde kendi haklarıyla ilgili sözünü çekinmeden söyleyen, başkasının hakkında gözü olmayan ama kendi haklarını da hiçbir şekilde yedirmeyecek olan, yedirmeyen bir Türkiye. Türkiye olarak biz bunu söylüyoruz aslında bugün. Doğu Akdeniz’de biz kendi kıta sahanlığımızda normal kendi ekonomik faaliyetlerimizi yürütebiliriz. Kendi ekonomik faaliyetimizi yürütüyoruz. Bir İngiltere, bir Fransa, bir İtalya, bir Amerika, bir Rusya, bir Çin, bir başka ülke, kendi kıta sahanlığında kendi faaliyetlerini yürüttüğü zaman hiçbir ses çıkmıyor da Türkiye kendi kıta sahanlığında Doğu Akdeniz’de kendi gemisiyle kendi kaynaklarını araştırdığında niye kıyamet kopar, anlaşılır gibi değil. Harita ile alakalı da ondan. Harita ne diyor biliyor musunuz? “Adımınızı dahi denize atmayacaksınız.” diyor. AB açıklama yapıyor, “Biz bu haritayı tanımıyoruz.” diyor. “Yunanistan böyle bir harita yapmış, adına da Sevilla demiş, çalıştırmış falan, onun şımarıklığı zaten yapar. Biz de bıktık zaten, usandık.” diyor ama açıkça bunu çıkıp da söyleyemiyor.

Kapalı kapılar ardında…

Kapalı kapılar ardında artık onlar da illallah demiş durumda. Onlar da yaka silkmiş durumda ama sonuçta kendi çıkarına da bir şekilde kullandı ama sonuçta bedelini Yunanlı, Yunanistan şey değil aslında, vatandaşın ödeyeceği bir sonuca doğru gidiyorlar farkında değiller. Yunan vatandaşlarının bunun hesabını kendi hükümetlerinden sormaları gerekiyor. Yani yeni bir maceraya gitmemeleriyle alakalı. Çünkü Türkiye, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, Devleti ve milleti bedel ödemekten hiçbir zaman kaçmaz, şimdi de kaçmaz. Sevilla haritası zaten hepinizin gördüğü şeyler bunlar. Buraya baktığınızda şuradaki hani kurt olsa kuzuya yapmaz böyle bir paylaşım. Şimdi koca Akdeniz’e sığmayacaksınız geleceksin benim şurası Kaş, Meis adasını konuşuyoruz son günlerde sürekli gündemde değil mi? Sen diyorsun ki “Ticaretin de dahil, sen Akdeniz’de en uzun kıyıları olan ülke olabilirsin, ticaretin de dahil, gemi ticaretin de dahil, ticaretten bahsediyorum, yapamazsın. Benden izin almak zorundasın. Yani burayı sana denizden ziyade bir göle dönüştürürüm ben.” Var mı böyle bir dünya. Kaş dediğimiz yer neresi? Bütün milletimiz çok iyi biliyor. 2 kilometre, anakaramızdan 2 kilometre ötesinden konuşuyoruz. Ege farklı mı? Hemen Çeşme’nin karşısındaki koyun adalarını düşünün, Sakız Adası’nı düşünün 1 kilometre. Atina nere, Sakız Adası, hemen İzmir’in, Çeşme’nin karşısını konuşuyoruz 1 kilometre nere, hemen Kaş’ın karşısındaki 2 kilometre nere? Benim Kaş’taki vatandaşım bunu görmüyor mu? Çeşme’deki vatandaşım bunu görmüyor mu? Her sabah kalktığında içi kan ağlıyor. Peki Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve milleti bunu kabul edecek mi? Avrupa Birliği şöyle diyor, dünya böyle diyor… Mümkün mü? Biz bu haritayı da bu haritayı aklından geçirenleri de kusura bakmasınlar yırtıp atarız, gerektiğinde ezer geçeriz.

…. 100 yıl sonra …..

Tabii. Doğu Akdeniz’de bize söylenen şu, hem “bu haritayı tanımıyoruz” diyen ama aynı zamanda da… Oruç Reis olayı, güncel konulardan gidebiliriz. Ne yapıyoruz Oruç Reis ile kendi kıta sahanlığımızda kendi ekonomik faaliyetimizi yürütüyoruz. Aynen Karadeniz’de olduğu gibi. 320 milyar metreküp çıkınca ne yapacağız bunu? Vatandaşımıza refah olarak yansıyacak. Sanayicimize bu refah olarak yansıyacak, milletimize, ülkemize bir zenginlik olarak yansıyacak. Bu barışa bir katkıdır aslında. Bir ülkenin zenginleşiyor olması ilk etapta en yakınındaki komşularından başlamak üzere oranın da zenginleşmesi anlamına gelir. Yoksullaşması anlamına gelmez. Barışın artacağı anlamına gelir, daha büyük projelerin hayata geçirileceği anlamına gelir. Türkiye olarak biz buna böyle bakarız.

Şimdi ne yapıyoruz Oruç Reis, bakın burada bizim kıta sahanlığımız içerisinde, kıta sahanlığı dediğimiz şey de uluslararası hukukta da zaten tanınan bir şey, karasularınızdan 0’la 200 kilometreye kadar bir alandaki şeyden bahsediyorsunuz. Bu bölge, bakın şu bölgede demişiz ki “Biz Oruç Reis ile şu bölgede arama yapacağız.” Bununla ilgili Navtex’imizi de yayınlamışız. Yani bir bildirim yapmışız denizlerdeki bütün araçlara da. Şimdi vatandaş geliyor “Hemen bunun dibinde tatbikat yapacağım.” diyor.

Şimdi biz buna göz mü yumalım? Tamam, yapacaksan başka bir zaman yap. Peki bize söylenen ne? “Aslında bu Yunanistan’ı da rahatsız etmezseniz?” Ne yapalım? “Sizin hiç sorgulanmayan alanlarınızda yapsanız bunu.” Hani sen bu haritayı tanımıyordun? Senin bilinçaltında neyin var? Bana neyi söylemeye çalışıyorsun? Hiç kusura bakma bu haritayı yırtıp atmak demek Oruç Reis’in burada bu faaliyetleri yerine getirmesidir. Bu faaliyetleri de yerine getirmeye devam edecektir. Yani sismik araştırmasını yapacaktır. Doğal gaz mıdır, petrol müdür veya başka bir şey midir, arayacaktır. Bulur, bulmaz o ayrı bir şey ama bu Türkiye’nin bağımsızlık mücadelesidir, istiklal mücadelesidir. Nerede? Denizlerinde, kıyılarında, kendi kıta sahanlığı içerisinde. Hiç kimse buna bir şey diyemez. Dolayısıyla biz de hemen sonraki dönemde zaten hem Navtex’imizi uzattık 28’ine kadardı biliyorsunuz Ağustos’un, şimdi 1 Eylül’e uzattık. Bu çalışmalar zaten devam edecek, tüm alanlarda devam edecek. Hemen Girit’in güneyinde güneydoğusunda da biz yine yeni bir tatbikat yapacağız. Onu ilan ettik. Devam edecek, bunlar da devam edecek. Yine Doğu Akdeniz dediğinizde hemen Kıbrıs’ı görüyoruz.

Biz 1960’da bir anlaşma yapmışız. İki toplumlu bir anlaşma yapmışız. İki toplumun da eşit haklara sahip olduğu bir Kıbrıs Cumhuriyeti kurmuşuz. Ondan sonra resmen soykırım yapan, Türk milletini yok eden ve bütün her şeyiyle buna hakim olmak isteyen bir yapıyla karşı karşıyasın, Rumlarla ve bunu yine destekleyen Avrupa’nın şımarık çocuğu Yunanistan’la karşı karşıyasın.

Türk milleti buna müsaade mi edecekti?

Etmedi işte 74 Barış Harekatı’yla ve sonrasında kurulan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’yle birlikte. Şimdi Güney Kıbrıs’ın oradaki Rum Yönetimi’nin çıkıp “Buralar tamamı benim alanımdır. Dolayısıyla dönerim Mısır’la diğer tarafta İsrail’le diğer ülkelerle münhasır ekonomik bölge anlaşmaları mı yaparım. Ben burada da zaten çok zengin rezervler keşfettim. Bu rezervlerle ilgili de gerekirse de bunların hepsini de çıkarırım ve Türk toplumuyla da adada yaşayan Kıbrıs Türkü ile de bunu paylaşmam. Yok hükmündedir kabul ederim -uygulamayı itibarıyla bunu söylüyorum- ben yoluma devam ederim.

” Türkiye olarak ve Kuzey Kıbrıs’taki Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti vatandaşı olarak, Kıbrıs Türkü olarak bunu kabul mü edeceğiz? Var mı böyle bir dünya?

Göz göre göre Girit’te Müslümanlara yaptıkları soykırımı Kıbrıs’ta yapmalarına müsaade mi edecektik?

Zaten 74’te etmedik. Bugün yine etmeyiz. Bugün de aynı şeyi ekonomik anlamda etmeyiz diyoruz. Ne yaptık orada da? Dedik ki “Biz Kuzey Kıbrıs’ı tanıyoruz bir devlet olarak. Dolayısıyla Kuzey Kıbrıs’ın kendi karasuları vardır. Bu karasuları içerisinde de yine Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’yla da orada alanlar, sahalar belirledik, yetki verildi ve biz buralarda araştırma yaparız.

Avrupa Birliği başta olmak üzere yine malum ülkeler başta olmak üzere ayağa kalktılar, “Ne oluyor?” Size ne oluyor? Sen gelip Kıbrıs Türkü’nün 60 antlaşmasına göre bütün haklarının eşit olduğunu söylediğin ve garantör ülkelerin de olduğu bir yapıda yok sayacaksın ve bugün oraya gidip hem sismik araştırmanı hem sondajını yapacaksın, rezervlerini tespit edip almaya çalışacaksın ondan sonra Kıbrıs Türkü bu araştırmayı yaptığı zaman, sondajı yaptığı zaman, Türkiye bu sondajı yaptığı zaman aynı yetkililer olarak hayır diyeceksin, böyle iki yüzlülük olmaz. Biz şunu söylüyoruz, ne pahasına olursa olsun Türkiye haklarını koruyacaktır. Kıbrıs’ta ve kara suları çerçevesindeki yine Kıbrıs Türkü’nün haklarını koyacaktır. Aynı şekilde Doğu Akdeniz’in her bir metrekaresinde, o suyun her bir metreküpünde haklarını koruyacaktır.

Meis Adası gündeme geldi. Meis Adası nedir Doğu Akdeniz’i konuşuyoruz. Tüm adalarda aynı şımarıklık ve aynı hakkaniyetsizlik olduğu için bunu dile getiriyorum. 12 adaları konuşuyoruz, Sakız başta olmak üzere Midilli, Rodos yine Ege tarafında gerek Lozan’da gerek sonraki 1947 Paris Anlaşması’yla 12 adalar boyutunda önce Türkiye’den alınan İtalyanlara verilen sonrasını İtalyanlar’ın Yunanistan’a verdim dediği… Kimin malını kime veriyorsunuz? Ve kendi aralarındaki anlaşmalara rağmen, “silahlandırılamaz” dedikleri adaların, Türkiye’nin dibinde, horozun öttüğünü duyuyorsunuz, adım adım adım 100 yıl boyunca silahlandıracaksınız, Türkiye buna “Olur, buyrun yapabilirsiniz” mi diyecek? Türkiye bugün ayağa kalkmış durumda. Milletiyle, devletiyle birlikte lideriyle birlikte buna “Dur” diyor. “Eğer durmazsan da bunun bedeli varsa öderiz, ödetiriz.” diyor.

Meis Adası’nı söyleyeyim size, Mısır’la ilgili bazı şeyler var burada. Biraz önceki kıta sahanlığı diye ifade ettiğimiz şey, Türkiye’nin kıta sahanlığı budur Doğu Akdeniz dediğimiz şeyde bunu konuşuyoruz. Bakın şuradan Sevilla haritası neredeydi, biz ne diyoruz? Sevilla haritasını gösterdik biraz önce “Bize bunun dışına çıkamazsınız.” diyen bir dünya ve bunun için de Yunanistan’ı kullanan da şımartan bir yapı. Biz de diyoruz ki biz bunu yırtar atarız. Böyle bir şey yok hükmündedir ve yoktur da zaten. Bizim için var olan budur. Bizim yaptığımız şey de Kıbrıs dahil kara sularını tanımaktır. Adaların hele hele burada Kaşlı bunu çok iyi biliyor her sabah kalktığında Meis Adası’ndaki horozun sesi ile uyanıyor çünkü. Meis Adası’ndaki de geliyor zaten yumurtasını, peynirini, yoğurdunu Kaş’tan alıyor, ticaretini oradan yapacak zaten. Bir ve birlikte olan, dostluk içerisinde yaşayan yapıdan bahsediyorsunuz ama şuraya bakın Yunanistan, Atina en yakın bölgesine 570 kilometre uzaklıkta. Geçen bir tekne, gemi, kendisi anlatıyor, “Buradan çıktım, bir şey getiriyorum, Çeşme’ye kadar geldim, 9 saat mi 10 saat mi geldim. Sürekli hala Yunan şeyleri vardı.” 1 kilometreye kadar hatta onun da neredeyse ilerisinde biz söz sahibiz diye hala taciz eden bir yapı. Türkiye’de neresi burası? Burnunun dibi. Biraz önceki söylediğim kurt olsa kuzulara yapmaz bu paylaşımı dediğim şey bu. 100 yıl önceki leş kargaları gibi üzerimize çöktükleri dediğimiz yapı bu. Söktük, attık buradan kusura bakmasınlar. Buna dayanamayız. Peki burada da barış içerisinde yaşamak isteyen ve kendi haklarını savunan bir Türkiye, “Hadi bakalım bu yetmez?” “Ne istiyorsun kardeşim?” Bu ne kadar biliyor musunuz, bunun ne kadar olduğunu size göstereyim bir başka haritadan. Şu nokta 10 kilometrekarelik bir ada parçası, adacık. Peki ne istiyor Yunanistan? “Bunun 4 bin kat daha büyüklüğünde benim bir kıta sahanlığım var.” diyor. Allah’tan kork. Burnumun dibine girmişsin. Göz göre göre, yani her sabah, her gece 7/24 benim vicdanımı sızlata sızlata buradasın. Sonrasında da diyorsun ki “Ya bunun şu kadarlık 40 bin kilometrekarelik bir alanda benim kıta sahanlığım var. Burada 1 ton ada var, şu adacıkları görüyorsunuz. Bunun hepsinde benzer şeyleri söylüyor. Bunun anlamı nedir biliyor musunuz? Sadece Doğu Akdeniz’i değil, buradaki Akdeniz’den bahsetmiyoruz, Ege adalarını da Türkiye için Yunan gölüne dönüştürmek isteyen bir zihniyetten bahsediyoruz.

“Elimizden kaza çıkmaz, gerekeni yaparız”
“12 mile çıkardık, çıkarmadık” olayı var ya. Bizim de “Hadi çıkarın nasıl çıkarıyorsunuz? 12 mile çıkardığınızda …. Meclis’imizin çıkardığı bir yetki var, savaş sebebidir. Bugün de arkasında durduğumuz ve bugün de o yetkinin hala geçerli olduğu bir yapıdır. 12 mile çıkması ne demek? Açık denizler var, yani karasularının dışında kalan, şu anda 6 mil karasuları Yunanistan için. Türkiye tarafında 3 mil ama genelde deniz hukukuna baktığınız zaman dikey ortay diye bir şey vardır. Bunun doğusunda kalan batısında kalan adalar şeklinde.

Öyle bir yapı var ki “Hayır bu bana yetmez.” Ne olacak peki sana yetmeyecek? “Bunu şuradan bir yerden çizmemiz lazım.” Lozan’da da bunu çizmişler zaten, 3 mil. Şimdi “Onunla da yetinmem.” diyor. Ne yapacaksın? “12 mile çıkaracağım.” Çıkardığın zaman ne olacak? Şuradan aşağısına Türkiye inemeyecek. Ege’den aşağıya senin gemilerin, turistsen teknelerin, balıkçıysan balıkçı teknelerin, ticaret yapıyorsan buradan Karadeniz’den geçen, Marmara’dan geçen gemilerin açık denizlere inemeyecek demek. Bunu kabul etmemizi mi bekliyorsunuz? Bu savaş sebebi olmayacak da ne olacak? Cumhurbaşkanımız da bunu söylüyor zaten. Elimizden kaza çıkmaz. “Kazara falan” diyorlar ya gerekeni yaparız. Burada Türk milleti olarak biz gerekeni yapmayacaksak nerede yapacağız? Burada biz gerekeni yapmayacaksak hakkımızı aramayacaksak nerede arayacağız? Türkiye’nin tezi şudur, “Burnumun dibindesin zaten, ülkelerin kıta sahanlığı vardır ama şu adacıkların kara suları olabilir, hakkaniyetli davranıyoruz yine, kıta sahanlığı olamaz. Münhasır ekonomik bölgesi olamaz. Bunu kabul edemeyiz.

O daha çok ada devletleri için geçerli uluslararası sözleşmelerde.

Tabii. Rodos yanı başımda, şurayı kapatıyor o zaman ve yukarıda çıkıyorsunuz kalıyorsunuz. Türk milleti bunu kabul eder mi? Ben buradan milletimize sorayım. Peki Recep Tayyip Erdoğan bunu çıkıp da bütün dünyaya haykırdığı zaman, Recep Tayyip Erdoğan aslında milletin, kendi milletinin sesi oluyor, sessizlerin sesi oluyor, kimsesizin kimsesiyim derken aslında burada isyan ettiğinde bir haksızlığa isyan ediyor. Bunun üzerinden dünyadaki bütün haksızlıklara isyan ediyor. Bunun bedelini öderiz ama ödetiriz önce. AB buna karşı çıkacakmış da yok Kıbrıs ile ilgili yok bilmem ne ile ilgili. 60 Anlaşması diyoruz, Fransa geliyor Fransa buraya uçak koyuyor. Neyin uçağını getiriyorsun kardeşim, hangi savaş gemilerini getirmeye çalışıyorsun? Sen kimsin? Ey Fransa sen kimsin? Ey Macron, sen kimsin? Türk milletini ve Türkiye’yi tanımamışsın. Sen garantör ülke değilsin. Garantör ülkeler belli. Türkiye’dir, Yunanistan’dır, İngiltere’dir. AB tarafsız değil ki. Bugün Merkel’in açıklaması da öyle. Nasıl oturup da biz şimdi bunları konuşacağız? Türkiye net tavır koymak durumunda. Biz de onu yapıyoruz. Cumhurbaşkanımızın yaptığı da söylediği de budur.

Merkel’in o açıklamasından sonra Türkiye Avrupa’dan ne istiyor, ne tür bir çağrınız var, ne diyorsunuz Avrupa’ya?

Bizim Avrupa’ya söylediğimiz şu, Doğu Akdeniz de dahil olmak üzere Egeler de dahil olmak üzere Türkiye haklarından kesinlikle vazgeçmez ve geçmeyecektir. Bedeli ne olursa olsun şımarık bir üyenizin ne pahasına olursa olsun arkasında duracağım diye tüm Avrupa Birliği üyelerine ve kendinize bedel öğretmekten ziyade önce üyeniz olan Yunanistan’a ve çok farklı oyunlarla içeri aldığınız üye diye Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni bir oturtun ve hakkaniyet ölçüsünde şu adalara bakın ve Türkiye’ye bakın, Türkiye’nin haklarına ve tezlerine kulak kabartın, rıza gösterin. Yoksa bu, gelecek açısından çok ciddi riskler oluşturur. Bu risklerin bedeli ne olursa olsun Türkiye bunu öder ve ödetir. Bunu söylerken de sürekli bedel öder veya ödetir derken de yani şeyi de kastetmiyoruz burada. Böyle önüne geleni tehdit eden falan bir ülke boyutunda değiliz. Biz kendi haklarımıza tecavüz etmeye çalışan birisine karşı bu duruşu sergiliyoruz. Yani gidip de başka birisinin yani Avrupa Birliği’nin üyelerinin sahalarında ve Avrupa Birliği’nin sahasında veya başka bir ülkenin sahasında hak iddia eden konumda değiliz. Kendi hakkımızın çiğnenmesine müsaade etmeyeceğimizi haykırıyoruz. Bunu da diplomatik anlamda her platformda, Cumhurbaşkanımız liderler seviyesinde, Dışişleri Bakanlığımız yine Milli Savunma Bakanlığımız, ilgili tüm bakanlıklarımız, kuruluşlarımız hepimiz her türlü görüşmelerimizde bunu dile getirmemize rağmen artık… Bu iletişimin en son noktası belki.

Hakkaniyet bekliyorsunuz…

Hakkaniyet bekliyoruz. Bu hakkaniyet çerçevesinde de Türkiye’nin geri adım atmasını kimse beklemesin. Buna saygı duyulsun diyoruz.

Sosyal Medyada Paylaş
BU KONUYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ